Kıbrıs, Akdeniz’in Sicilya ve Sardunya’dan sonraki en büyük adasıdır. Doğu Akdeniz’deki stratejik konumu nedeniyle, tarih boyunca Akdeniz coğrafyasına hakim olmak isteyen devletlerin ve medeniyetlerin ilgisini çekmiştir. Bu sebeple, Kıbrıs adası, günümüzdeki adını almadan önce pek çok farklı isimle anılmıştır. Mısır ile Hitit kaynaklarında Alaşya (Alasya, Alashia) veya Fenike döneminde Hetim (Hettim) olarak bilinirken, Asur belgelerinde Yatnana ya da Ya olarak adlandırılmıştır. Zaman zaman Kıbrıs’ta kurulan Amatusya, Salaminya ve Pafya şehir devletleri de adanın ismi olmuştur. Ayrıca, Kıbrıs isminin ana kraliçe Kibele’ye atıfta bulunan Kipris adından, bakırın İbranice karşılığı olan kopher kelimesinden ya da Akadca ve Latince’deki cuprum teriminden ya da Kıbrıs’taki cedara ağaçlarının Latince ismi olan Cypress’ten türediği iddia edilmektedir.
Tarihi dönemlerde Kıbrıs, bağımsız bir krallık olarak varlığını sürdürmüştür. Ancak, sonraki dönemlerde sahip olduğu stratejik konum sebebiyle güçlü ülkelerin himayesini ya da istilasını yaşamıştır. Kıbrıs’a hükmeden her devlet, burada kendine özgü bir etki bırakmış ve adanın kültürel dokusunu zenginleştirmiştir. Kıbrıs, tarih boyunca Mısır, Hitit, Grek Kolonileri (Aka ve Dor), Fenike, Asur, Pers, Büyük İskender, Roma, Bizans, İslâm Devleti, İsaac Comnenus, İngilizler, Templier Şövalyeleri, Lusignan, Venedik, Osmanlı ve Britanya imparatorluklarının egemenliği altına girmiştir.
Romalılar döneminde, MS 46 yılında Hıristiyanlık adanın resmi dini olarak kabul edilmiştir. Bu duruma, o tarihlerde Kıbrıs’ta yaşayan Yahudiler itiraz etmiş ve Romalılara karşı ayaklanmışlardır. Romalılar, bu isyan nedeniyle Yahudileri Kıbrıs’tan sürmüştür. M.S. 395’te Roma İmparatorluğu’nun Batı ve Doğu Roma olarak ikiye ayrılmasıyla, Kıbrıs coğrafi konumundan dolayı imparatorluğun Doğu kısmına dahil olmuştur. Bizans dönemi sırasında Hıristiyanlık hızla yayılmış ve ada üzerinde ilk Ortodoks kilisesi kurulmuştur.
Kıbrıs, Akdeniz’deki mevkisi, askeri ve ticari önemi dolayısıyla yüzyıllar boyunca Müslümanlar ve Hristiyanlar arasında bir çatışma alanı haline gelmiştir. Kaynaklara göre, Bizans döneminde Kıbrıs’a, 632-964 yılları arasında İslâm orduları tarafından 24 sefer düzenlenmiştir. Ada, 649 yılında Müslümanlar tarafından fethedilmiştir. XI. yüzyılın sonlarında Haçlı seferlerinin başlamasıyla birlikte, Kıbrıs, Bizans ile Haçlılar arasında iyi ilişkiler sağlayan bir merkez haline gelmiştir. 1148 yılında Bizans İmparatoru, Venediklilere tanınan ticari ayrıcalıkların Kıbrıs ve Girit için de geçerli olduğunu kabul etmiştir.
Haçlı seferleri başladığında, Kıbrıs ‘kutsal topraklara’ giden yol üzerinde önemli bir konum elde etmiştir. III. Haçlı Seferine katılan İngiltere Kralı I. Richard’ın 1191 Mayıs’ında Kıbrıs’a gelişi, İsaac Comnenus’un adadaki yönetiminin sonunu getirmiştir. III. Haçlı Seferi’nin en önemli başarılarından biri, Kıbrıs’ın ele geçirilmesi olarak kayıtlara geçmiştir. I. Richard, Kıbrıs’a hakim olduktan sonra, adayı Templier Şövalyelerine satmıştır. Ancak bu idareden memnun olmayan Kıbrıslılar isyan edince, şövalyeler Kıbrıs’ı kısa bir süre içinde tekrar I. Richard’a devretmek zorunda kalmışlardır. I. Richard, 1192 yılında, adayı Kudüs’ün eski Kralı Fransız asıllı Guy de Lusignan’a satmış ve Lusignan yönetimi böylece başlamıştır. 1192-1489 yılları arasında Lusignan kraliyet ailesi, Kıbrıs’ı yönetmiştir. Lusignanlar döneminde, Kıbrıs, Kudüs Krallığı adıyla anılır hale gelmiş ve Haçlı devletlerine önemli bir üs olmuştur. Lefkoşa, Lusignanlarla birlikte merkezi bir şehir haline gelse de, Mağusa’nın zenginliğine ulaşamamıştır. Kıbrıs’taki Latin başpiskoposluğu, Lusignanlar döneminde Lefkoşa merkezli olarak kurulmuş, ayrıca Lefkoşa’ya bağlı Baf, Mağusa ve Limasol şehirlerinde Latin piskoposlukları açılmıştır. 1260 yılında Papa Alexander’ın yayımladığı “Bulla Cypria” belgesiyle, Latin başpiskoposu tüm adanın dini lideri ilan edilmiştir. Bu durum, Ortodoks Kıbrıslılar arasında huzursuzluğa yol açmış ve zaman zaman isyanlara sebep olmuştur.
Kıbrıs kralları, Yakın Doğu’daki Hristiyan-Müslüman çatışmasında etkin bir rol üstlenmiştir. Lusignan kralları, Haçlı seferlerine lojistik destek sağlarken, bazı seferlere de asker göndermiştir. Kıbrıs, zamanla Haçlıların sığınağı haline gelmiştir. Müslümanlara karşı savaşan Templier ve Hospitailer tarikatları, kısa bir süre için Kıbrıs adasında bulunmuş ve adanın siyasi hayatında etkili bir rol üstlenmişlerdir.
Mısır ve Suriye’de 1250-1517 yılları arasında hüküm süren Memlük devleti, İslam ve Türk tarihinde önemli bir yer kaplamaktadır. Haçlılarla mücadele eden Memlükler, Yakın Doğu’daki önemli üslerden biri olan Kıbrıs’a zaman zaman akınlar düzenlemişlerdir. 1426 yılında Sultan Barsbay’ın Kıbrıs’a saldırarak Limasol, Larnaka ve Lefkoşa’yı ele geçirdiği bilinmektedir. Bu sefer sırasında Kıbrıs’ın Lusignan kralı Janus esir alınmıştır. Ancak Memlükler, Kıbrıs’ta kalmamış ve sadece adadan yıllık 8.000 duka vergi alarak Lusignan krallarının yönetimlerine devam etmelerine izin vermişlerdir. Memlükler, Lusignan idaresine izin vermelerine rağmen bu yönetim eski gücünden oldukça uzaklaşmıştır. Hatta 1448 yılında Karaman Beyliği’nin Anadolu’daki son Kıbrıs Krallığı toprağı olan Korykos’u ele geçirmesine bile engel olamamışlardır.Dıştaki sorunlara Ada’daki Ceneviz-Venedik çatışmasının eklenmesiyle Kıbrıs ekonomisi büyük bir çöküş yaşamıştır. Cenevizliler bu mücadelede üstün gelerek bir dönem Kıbrıs’a hâkim olmayı başarmış, 1372-1464 yılları arasında Mağusa’yı da ellerinde tutmuşlardır. Venedikliler, Kıbrıs’ın son Lusignan hükümdarı Venedik kökenli Kraliçe Catherina’ya baskı yaparak 1489’da tahtını bırakmasını sağlamışlardır. Bu durumu fırsat bilen Venedik, Ada’daki Lusignan yönetimine son vererek Doğu’daki son Haçlı devletini de ortadan kaldırmış oluyordu. Venedik, Kıbrıs’taki hâkimiyetini pekiştirmek için Lusignan krallarının Memlük Sultanlığı’na verdikleri vergileri ödemeye devam etmiştir. Yavuz Sultan Selim’in 1517’de Mısır’ı fethedip Memlük Sultanlığı’na son vermesiyle birlikte, Venedik Cumhuriyeti, Kıbrıs için Memlüklere verdiği yıllık vergiyi Osmanlı Devleti’ne ödemeye başlamıştır.
Türklerin Kıbrıs’la ilgilenmesi ve ticaret yapmaları Anadolu Selçukluları dönemine kadar gitmektedir. Anadolu Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev, Antalya’nın fethi sonrası Kıbrıslılara bazı ticarî imtiyazlar tanımıştır. Kıbrıs, Osmanlı’ya karşı ilk kez 1472’de Venedik, Rodos şövalyeleri ve Uzun Hasan tarafından oluşturulan birlikle itilafa katılmıştır. 1486’da Osmanlı Devleti Memlük Devleti’ne saldırı hazırlıkları yaparken, Kıbrıs kralından Memlüklere karşı yapılacak seferde Osmanlı donanması için bir üs talep etmiştir. Ancak bu isteğin geri çevrilmesi üzerine, sefere katılan donanma Kıbrıs kıyılarına sınırlı saldırılar düzenlemiştir.
KIBRIS’TA OSMANLILAR
Kıbrıs’ın Osmanlı Devleti tarafından fethedilmesinin birçok nedeni vardır. Yavuz Sultan Selim döneminde Suriye ve Mısır’ın fethiyle kutsal topraklar imparatorluğa katılmıştır. Bu fetihler, Doğu Akdeniz bölgesinin güvenliğini sağlama gerekliliğini doğurmuş ve Kıbrıs’ın kazandığı stratejik önem, Ada’nın alınmasında etkili olmuştur. Ada’nın fethi, Akdeniz’de Osmanlı hâkimiyetinin kesin biçimde kurulması için kritik öneme sahipti. Venedik, 1540’ta Osmanlı Devleti ile barış antlaşması yapmasına rağmen, Kıbrıs’ta Venedikli ve Maltalı korsanların üslenmesine izin vermekteydi. Bu korsanlar, Doğu Akdeniz ticaret yollarının önemli bir noktasında bulunan adayı üs olarak kullanarak tüccarlarla hacıların güvenliğini tehdit ediyorlardı. Ayrıca Ada’nın eski bir İslâm ülkesi olması, sefer kararında etkili olmuştur. Şeyhülislâm Ebusuud Efendi, Kıbrıs seferiyle ilgili fetvasında ada üzerindeki Osmanlıların miras hakkından bahsetmiştir.
Dönemin ünlü sadrazamı Sokollu Mehmet Paşa, Don-Volga kanalı ve Süveyş kanalı açma projelerinin devlete zarar verebileceği düşüncesiyle Kıbrıs seferine başlangıçta karşıydı. Ancak Kıbrıs seferine karar verilince, gerekli tedbirlerin alınması noktasında gecikmemiştir. İlk olarak, Osmanlı ülkesinden Kıbrıs’a her türlü ürün satışını yasaklayarak ada ticarî bir ablaka altına alınmaya çalışılmıştır. Osmanlı Devleti Rodos’u fethettiğinde, Venedik Cumhuriyeti kendilerine de aynı kaderin yaklaşmakta olduğunu fark ederek Kıbrıs’ta savunma tedbirlerine yönelmiştir. Osmanlıların savaş hazırlıklarına karşılık olarak, Venedik, Osmanlı Devleti’ne karşı büyük bir haçlı donanması oluşturmak için Papa ve İspanya’dan destek aramaktadır. Ayrıca Lefkoşa ve Mağusa kaleleri başta olmak üzere Kıbrıs’taki askerî yapıları güçlendirmiş ve Kıbrıslıları kendi yanlarına çekmek için harekete geçmiştir.
Osmanlı ordusu, Lala Mustafa Paşa komutasında 1570 yılının Mart ve Mayıs aylarında Kıbrıs’ın zorlu fethine başlamıştır. Osmanlı askeri, 2 Temmuz’da Limasol kalesi önüne ulaşarak burada herhangi bir güçlük yaşamadan şehri fethetmiştir. Bir gün sonra Larnaka’ya ulaşan donanma buraya asker çıkarır ve iç kısımlara ilerleyen Osmanlı askerleri, ada halkının yaptığı kılavuzluk ile lojistik destek alarak ilerlemelerine devam ederler.
Osmanlı kuvvetleri yaklaşık bir buçuk aylık kuşatmadan sonra Lefkoşa’yı ele geçirir. Lefkoşa’nın düşmesi, diğer bazı yerleşim yerlerinin de Osmanlılara savaşsız teslim olmasına vesile olur. Lala Mustafa Paşa, Lefkoşa’yı aldıktan sonra Kıbrıs’ta bir beylerbeylik teşkilatı kurar. Kıbrıs’ın ilk beylerbeyliğine Avlonyalı Muzaffer Paşa atanır ve ardından Mağusa’nın fethi için hazırlıklar başlatılır. Denizden ve karadan yaklaşık bir yıl süren kuşatmanın ardından 1 Ağustos 1571’de Mağusa kalesinin alınmasıyla Kıbrıs’ın fethi tamamlanır. Mağusa’nın Lefkoşa’ya göre uzun ve zahmetli bir kuşatmayla düşmesi, kalenin güçlü surlarından, denize kıyı olmasından dolayı dış yardımlar alabilmesinden ve kış zamanının gelmesinden kaynaklanabilir. Kıbrıs’ın ilk beylerbeyi Muzaffer Paşa, 26 Ağustos 1571’de başka bir yere atanır ve yerine Sinan Paşa gelir. 1573 yılında Sinan Paşa da görevden alınarak Cafer Paşa atanır.
Venedik Devleti’nin çabalarıyla oluşturulan büyük haçlı donanması, Kıbrıs seferinden dönen Osmanlı donanmasını 7 Ekim 1571’de İnebahtı (Lepanto) önlerinde yakalamıştır. Yapılan deniz savaşında Osmanlı donanmasından yalnızca Uluç Ali Paşa’nın komutasındaki gemiler kurtulmayı başarabilmiştir. Bu yenilgi, 1538’deki Preveze Deniz Savaşı ile kazanılan Doğu Akdeniz’deki hâkimiyeti sarsmıştır. Osmanlı Devleti, ağır mağlubiyetine rağmen bir yıl içinde yeni donanmasını Akdeniz’e çıkarmayı başarmış olsa da, artık eski denizcilik gücüne ulaşması mümkün olmamıştır. Osmanlı Devleti’nin kısa zamanda donanmasını tekrar oluşturması üzerine Venedik, 7 Mart 1573’teki antlaşma ile Kıbrıs’ın artık Osmanlı Devleti’ne ait olduğunu kabul eder.
OSMANLILARIN KIBRIS’TA İSKÂN VE ADAYI KALKINDIRMA POLİTİKASIYeni fethedilen bir yerin, gerçek bir vatan hâline gelebilmesi ve savunmasının kolaylaşabilmesi için Müslüman Türklerin burada yaşamaları gerekmektedir. Bu amaçla, 1572 yılında Kıbrıs’ta bir nüfus sayımı (tahrir) yapılmış ve Osmanlı ülkesinden adaya ne kadar insan getirileceği belirlenmeye çalışılmıştır. Sayım sonucunda Kıbrıs’taki birçok yerleşim bölgesinin terk edildiği anlaşılmıştır. Özellikle Mesarya ve Mazato bölgelerinde 76 köyde kimsenin yaşamadığı tespit edilmiştir.
Osmanlı Devleti yöneticileri, Kıbrıs’ı canlandırmak amacıyla Anadolu’dan (Konya, Karaman, Niğde, Kayseri vb.) Müslüman Türkleri göç ettirmek için sürgün fermanı çıkarmışlardır. Bu fermanda, toprak sıkıntısı çeken, vergi defterlerinde adı bulunmayan, ziraatle uğraşmadıkları için geçim sıkıntısı çeken ve şehirlerde işsiz kalanların Kıbrıs’a gönderilmesi emredilmiştir. Ayrıca zanaat ve ticaretle meşgul olanlardan her on haneden birinin Kıbrıs adasına yollanması öngörülmüştür. Hesaplamalara göre, bu fermanla Kıbrıs’a 5.720 hane nakledilmesi planlanmıştır. Ferma, adanın topraklarının verimli olduğunu, asayişin güvence altında olduğunu ve göç edenlerin iki yıl boyunca vergilerden muaf tutulacağını belirterek özendirici ifadeler içermektedir.
1572’de yapılan sayımda Aksaray, Beyşehir, Seydişehir, Endugi, Develihisar, Ürgüp, Koçhisar, Niğde, Bor, Ilgın, İshaklı ve Akşehir’den toplam 1.689 aile göç ettirilmiştir. XVI. yüzyılın sonlarına kadar Kıbrıs’a yerleştirilmesi düşünülen 12.000 ailenin yalnızca 8.000’i yerleşmiştir. Kıbrıs’ın kalkınması için yapılan bu göçler, fetihten sonraki ilk yıllarda devam edecektir.
Osmanlı yöneticileri, Anadolu’dan Kıbrıs’a insan getirirken, adanın büyük şehirlerinde de güvenliği sağlamak için çalışmalara başlamışlardır. Bu nedenle Lefkoşa ve Mağusa kalelerinde yaşayan gayrimüslimlerden, zanaatkarlar haricindekilerin, evlerini Müslümanlar tarafından satın alarak dışarı çıkartılması sağlanmıştır. Osmanlı yönetimi, Anadolu’dan Müslüman Türkleri Kıbrıs’a göç ettirirken, ayrıca Venedik zulmü altında kalan yerli halkı da adaya geri çağırmıştır. Osmanlılar, Kıbrıslılardan alınan ağır vergilerin çoğunu kaldırdıkları gibi zorunlu çalışma düzenini de yasaklamışlardı. Adalılardan sadece haftada bir gün şekerhanelerde çalışmaları talep edilmiştir.
Tarih boyunca Kıbrıs’ın nüfusunda dalgalanmalar gözlemlenmiştir. Osmanlı döneminde nüfustaki değişimler, doğal şartlara, dış baskılara ve adada Ortodoksların temsilcisi olan başpiskoposlarla saray tercümanlarının olumsuz tutumlarına dayandırılabilir. Coronelli’ye göre, 1571’de Osmanlı fethinden önce Kıbrıs’ın nüfusu 196.986’dır; bu nüfusun 56.044’ü Lefkoşa, 6.616’sı Mağusa, diğerleri ise çeşitli bölgelerde yaşamaktadır. Savorgnan’a göre, 1562’de Kıbrıs’ta 180.000 kişi, A. Graziani’ye göre ise 1570’te 200.000 kişi yaşamaktaydı. 1596’da Dandini, Müslüman erkek nüfusu 12-13.000, 1599 yılında Cotovicus 6.000 olarak bildirmiştir. Batılı seyyahlar 1590’lı yıllarda Lefkoşa, Mağusa, Girne ve Baf gibi şehirlerin önemli ölçüde Türkleştiğini dile getirmiştir. Farklı yıllardaki tahminlere göre, 1691-1695 yılları arasında Coronelli’ye göre adada 28.000 gayrimüslim ve 8.000 Müslüman erkek bulunmaktadır. 1777’de Kyprianos’a göre adada 37.000 Hıristiyan ve 47.000 Müslüman yaşamaktadır. 1738 yılında Richard Pococke, Kıbrıs’ta 12.000 vergi ödeyen Hıristiyan olduğunu ve nüfusun 2/3’ünün Hıristiyanlar, 1/3’ünün ise Müslümanlar oluşturduğunu belirtmiştir. 1745-1750 yılları arasında Alexander Drummond’a göre, Kıbrıs’ta 150.000 Müslüman Türk ve 50.000 Hıristiyan yaşamaktaydı. Ayrıca 1746’da Kıbrıs’ta 1.200 a’lâ, 9.400 evsat ve 1.410 ednâ olarak toplam 12.050 cizye mükellefi bulunmaktaydı. 1831’de yapılan nüfus sayımında Kıbrıs’ta 15.585 Müslüman erkek ve 29.780 gayrimüslim erkek yaşamaktadır. 1858 tarihli bir İngiliz konsolosluk raporu ise Kıbrıs’ın nüfusunu 180.000 olarak belirtmiştir.
OSMANLILARIN KIBRIS’TA KURDUĞU İDARÎ DÜZEN
Kıbrıs adasının fethedilmesiyle birlikte Osmanlı idarecileri, adayı İstanbul’a bağlı bir beylerbeylik haline getirmişlerdir. Kıbrıs Beylerbeyliği, merkez Lefkoşa olmak üzere, Baf, Girne ve Mağusa sancakları ile birlikte Alâiye, Tarsus, İçel, Zülkadriye, Sis ve Trablusşam sancaklarını kapsamaktadır. Anadolu’dan Kıbrıs’a sancak bağlanmasının sebepleri arasında adanın başlangıçta düşük gelir ve güvenliğinin sağlanmasının kolay olması sayılabilir. Kıbrıs, başkenti Lefkoşa olan 16 kazaya ayrılmıştır: Tuzla, Limasol, Piskopu, Gilan, Evdim, Kukla, Baf, Hirsofu, Lefke, Pendaya, Omorfa, Girne, Karpas, Mağusa ve Mesarya. Lefkoşa ise Değirmenlik ve Dağ adlı iki nahiyeye bölünmüştür.
Osmanlı Devleti, Girit ve Mora’da Venediklilerle yaşanan çatışmalar sonucunda Akdeniz’deki ticaretin durması, adadaki çekirgelerin ve iklimin neden olduğu kıtlık gibi birçok sorun, Kıbrıslıların daha iyi yaşam olanakları için Suriye ve Anadolu kıyılarına göç etmesine yol açmıştır. Bu sebeplerle nüfusu ve geliri azalan Kıbrıs, beylerbeylik yıllığını sürdüremeyecek duruma gelince, 1670 yılında Divan-ı Hümâyun, Kıbrıs’taki beylerbeylik teşkilatına son vermiştir. Bu tarihten itibaren adanın yönetimi Osmanlı kaptan-ı deryası vekilliğine devredilmiş ve kaptan paşanın atadığı mütesellimler aracılığıyla 1703 yılına kadar yönetilmiştir.1703 yılından itibaren Kıbrıs adası, sadrazam olarak atanmış kişilere özel olarak tahsis edilmiştir. Sadrazamlar, adayı yıllık olarak iltizam usulü ile vergi toplayıcı olan muhassıllara kiralamıştır. 1745-1748 yılları arasında Kıbrıs’taki sadrazam yönetimi geçici olarak sona ermiş ve Divan-ı Hümâyun tarafından atanan üç tuğralı paşa görevlendirilmiştir. Bu süreçte Abdullah Paşa, Pir Mustafa Paşa ve Ebubekir Paşa adada görev almışlardır. 1748’den itibaren Kıbrıs tekrar vezir-i azam olanlara tahsis edilmiş ve bu uygulama 1785 yılına kadar sürmüştür. 1785’te Kıbrıs, sadrazam hassı olmaktan çıkarılarak Divan-ı Hümâyun’a bağlı bir muhassıllık haline getirilmiştir. Bu statü, 1839 yılında Tanzimat Fermanı’nın ilanına kadar devam etmiştir.
Tanzimat sonrasında Kıbrıs, Cezayir-i Bahr-i Sefid eyaletine bağlı bir sancağa dönüştürülmüş ve idaresine kaymakam unvanına sahip bir mutasarrıf atanmıştır. Bu dönemde adada pek çok yönetimsel, adlî ve hukukî yenilikler uygulanmış ve yönetim daha yerel ve özerk bir yapıya kavuşturulmuştur. Tanzimat Fermanı’nın getirdiği değişikliklerle Kıbrıs altı kazaya bölünmüş ve her kazada, imparatorluğun genelinde olduğu gibi, kaymakamlara yardımcı olacak Müslüman ve gayrimüslim temsilcileri bulunan kaza idare meclisleri ve yargı meclisleri oluşturulmuştur. Merkez Lefkoşa’da ise mutasarrıfın başkanlığında ona danışmanlık yapacak bir sancak idare meclisi kurulmuştur. Bu meclislerde Türkler, Rumlar ve diğer azınlıklar, nüfuslarıyla orantılı olarak temsil edilmiştir. Kıbrıs, 1861’de Cezayir-i Bahr-i Sefid eyaletinden bağımsız bir mutasarrıflığa ayrılmıştır. 1868’de yapılan değişiklikle Kıbrıs, Çanakkale eyaletine bağlı hale getirilmiştir. Ancak, bu bölgenin uzaklığı nedeniyle 1870’de Kıbrıs’ın Çanakkale’ye olan bağı sona erdirilmiş ve 1878’e kadar İstanbul’a bağlı bir mutasarrıflık olarak devam etmiştir.
Osmanlılar, Kıbrıs adasını ele geçirdiklerinde, imparatorluğun diğer bölgelerinde olduğu gibi burada da şeriye mahkemeleri kurmuşlardır. Bu mahkemeler, Ada’daki tüm Osmanlı vatandaşlarının, Müslüman-gayrimüslim ayrımı gözetmeksizin, arasında çıkan anlaşmazlıkları çözmeye çalışmıştır. Kıbrıslı gayrimüslimler, hukukî sorunlarını kilise mahkemelerinde çözme hakkına sahip olmalarına rağmen, şer’i mahkemeleri kullanma konusunda bir çekince yaşamamışlardır. Ayrıca, Kıbrıslılar, kendi kazalarındaki mahkemeler yerine, daha kesin sonuç alabilecekleri Lefkoşa’daki mahkemeyi tercih etmiştir. Bu mahkeme, İbrahim Paşa Mahallesi’nde, cami şerifinin yanında yer almaktadır.
Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla birlikte, şeriye mahkemelerinin görev alanlarında bir dizi düzenleme yapılmış ve yeni mahkemeler açılmıştır; bunlar ticaret, nizamiye ve temyiz mahkemeleridir. Bu mahkemelerde Müslüman ve gayrimüslimler eşit sayıda temsil edilmiştir. Kıbrıs’taki ticaret mahkemesi, batılı konsolosların talebi doğrultusunda Tuzla kazasında kurulmuştur. Şeriye mahkemeleri ise görev alanları kısıtlı bir şekilde çalışmalarına devam etmiştir.
KIBRIS’TAKİ GAYRİMÜSLİMLERİN TEMSİLCİLERİ
Osmanlı yönetiminde Kıbrıs’ta yaşayan gayrimüslimler, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Maronitler ve batılı devletlerin konsolosları ve tüccarlarını içeriyordu. Osmanlı idarecileri, adada bulunan her topluluğun dinî liderlerini aynı zamanda siyasî liderler olarak kabul etmiş ve onlara cemaatlerini yönetme hakkı tanımıştır. Bu nedenle, her topluluğu temsil edenler genellikle dinî liderlerden oluşmuştur. Ayrıca, müstemen tüccarların temsilcisi olan konsoloslar da ticaret adamlarıydı.
Ortodoks kilisesi, Lüzinyanların Kıbrıs’a hâkim olduğu dönemde gerilemeye başlamıştır. Osmanlı Devleti Kıbrıs’ı fethettikten sonra, Ortodoks başpiskoposlar, adadaki Ortodoksların ruhanî ve siyasî liderleri olmuştur. Başpiskoposlar, kendi halkları ve papazları tarafından seçilmiş ve Kıbrıs muhassılı tarafından İstanbul’a bildirilmiştir. Merkez, kendisine önerilen papazları miri pişkeşi vermeleri şartıyla kabul etmiştir. Ortodoks Rum toplumu, adlî, hukukî ve malî işlerini görmek için temsil yetkisini, muhtariyet esaslarına göre ruhbanlar tarafından seçilen başpiskopos ve onun gösterdiği adaylar aracılığıyla kullanmıştır. Kıbrıs’ın merkezi Lefkoşa’da kalan başpiskoposlar, Baf, Tuzla ve Girne kazalarındaki metropolitler ve diğer kazalardaki papazlar aracılığıyla reayalarını organize etmişlerdir.
Kıbrıs’taki Ortodoksların bir diğer temsilcisi ise muhassılların sarayında görev yapan saray tercümanlarıdır. Bu tercümanlar, muhassılların yanında sarraflık ve yazıcılık yaparak, para çeşitlerinin değerlerini bilip ona göre vergi tahsil etmekte ve muhassıllar tarafından merkez Lefkoşa dışındaki kazalara gönderilecek belgeleri Rumî hattıyla yazmakla görevlidir. Adada göreve atanan tercümanların resmi atamaları merkezden gerçekleştirilmiştir.
Kıbrıs Ermenilerinin tarihi, Bizans dönemine kadar uzanmaktadır. Ermeni kökenleri Kilikya, Suriye ve İran’a dayanmaktadır. Lusignanlar döneminde Lefkoşa’da bir Ermeni Mahallesi mevcuttu. 1572 sayımına göre, Lefkoşa’da 8 mahalle bulunmaktadır ve bunlardan biri Ermenilere aittir. Lefkoşa’daki Ermeni nüfusu, şehrin toplam nüfusunun sadece %8’ini oluşturmaktadır. Osmanlı döneminde Ermeni toplumu liderleri, İstanbul’daki Ermeni patrikliğine bağlıydı. Ermeniler, Lefkoşa’nın Meryem Ana adlı kilisesinin bulunduğu Karamanî-zâde Mahallesi başta olmak üzere, adanın diğer bölgelerinde de yaşamaktaydılar. Kıbrıs’taki diğer dini yapıları, Girne kazasındaki Megara (Saint Makar/Sourp Magar) Manastırı’dır. Ermeniler, adada ticaretle, özellikle de ipek ticaretiyle uğraşmaktaydılar.Osmanlı idaresinden önce Kıbrıs adasında var olan Yahudi cemaati, Osmanlı döneminde de varlığını devam ettirmiştir. Kıbrıs, Osmanlılar tarafından fethedildiğinde, Yahudiler Mağusa’da bir mahallede topluca yaşamaktaydılar. 1577 yılında Kıbrıs’ın ticaretini geliştirmek amacıyla Safed şehrinden bir miktar Yahudi getirilmesi planlansa da bu göç, sonraki yıllardaki yerleşimlerle gerçekleşmiştir. Osmanlı döneminde Yahudiler, Mağusa’nın yanı sıra Lefkoşa, Hırsofu, Lefke ve Girne köylerinde de yaşamışlardır. Kıbrıs’a göç etmeleri ve adanın ekonomik hayatını canlandırmaları için yapılan teşviklere rağmen, Yahudiler adaya yerleşmekte isteksiz kalmışlardır.
Kıbrıs’ta yaşayan Hıristiyan topluluklardan biri de Arap kökenli Maronitlerdir. Maronit olarak bilinen bu topluluğun gerçek adı Maruni’dir. İlk Maronitlerin Kudüs Haçlı kralının Beyrut’u almasının ardından adaya göç ettikleri rivayet edilmektedir. Kıbrıs’ı ziyaret eden Batılı seyyahlardan Dandini, Maronitlerin Lübnan’dan Kıbrıs’a geldiğini doğrulamakta, Lefkoşa’da bir kilise ve adanın çeşitli bölgelerinde toplam 19 köy ve çiftliklerinin bulunduğunu bildirmektedir.
Adada çeşitli ayrıcalıklara sahip olan bir diğer grup da Tuzla kazasında yaşayan Konsoloslardır. Osmanlı Devleti, konsoloslara, imparatorluk genelindeki diğer yerlerde olduğu gibi Kıbrıs’ta da geniş yetkiler tanımıştır. Bu konsolosların Tuzla kazasında toplanması, onların güvenliğini sağlama ve adadaki ticareti denetim altında tutma amacını gütmektedir. Kıbrıs’taki Osmanlı yöneticileri, konsolosları denetlemede büyük zorluklar yaşarken, İstanbul’daki elçilere bağlı olan konsolosların atama ve görevden alma süreçleri yine elçilerin padişaha sunacağı dilekçelerle gerçekleşmiştir. 18. yüzyılda Kıbrıs’ta bulunan İngiliz ve Fransız konsolosları, bankerlik yapma ve faizle borç verme hakkına da sahip olmuşlardır.
Belgelerden anlaşıldığına göre, Kıbrıs’ta ilk konsoloslukları açan devletler, Akdeniz ticaretinde etkili olan Fransa, İngiltere, Venedik, Hollanda ve Ceneviz’dir. Osmanlı döneminde Kıbrıs’ta, Fransa, İngiltere, Hollanda, Venedik Cumhuriyeti, Ceneviz Cumhuriyeti, Roma İmparatorluğu, İsveç, Sicilya Krallığı, Dubrovnik Cumhuriyeti, Danimarka, Rusya, İspanya Krallığı, Prusya, Cezair-i Seba Cumhuriyeti, Sardunya, Belçika, Yunanistan, Amerika ve İtalya’nın konsolosları bulunmaktadır.
KIBRIS’TA OSMANLILARA KARŞI OLUŞAN TEPKİLER
Osmanlı idaresi altında Kıbrıs’ta Müslümanların başlattığı ayaklanmalar, çoğunlukla iç sorunların ve hırsların çözülmesi amacıyla başlatılmıştır. Müslümanların organize ettiği bu isyanlar Ada’yı Osmanlı yönetiminden ayırmaktan ziyade, yönetim değişikliği hedeflemekteydi. Ancak devlet, bu taleplerin gerçekleştirilmesine asla izin vermemiş ve isyanların bastırılması için gerekli tedbirleri almıştır. Kıbrıs’taki Osmanlı yönetimine karşı başkaldırı hareketlerinin bazıları dış güçlerden, özellikle de konsolosları bulunan Avrupa devletlerinden destek almıştır.
Ortodoks kilisesinin ve yöneticilerinin imtiyazlarını kötüye kullanmaları sonucu ortaya çıkan isyanlar, Osmanlı döneminde sıkça yaşanmıştır. Kıbrıs’ta tepkilerin bazı dönemlerde papazlarla yerel yöneticilerin ortak hareket etmeleriyle de şekillendiği görülmektedir. Osmanlı Devleti, başpiskopos ve yardımcısı olan metropolitlere olağanüstü yetkiler verse de, isyanlara karıştıklarında onları sert bir şekilde cezalandırabilmiştir. Devlet, isyan eden başpiskoposları bireysel olarak değerlendirdiğinden, teşebbüs edenleri cezalandırdıktan sonra, benzer yetkilerle başka bir Ortodoks din adamını atamaktan çekinmemiştir.
SOSYO-EKONOMİK HAYAT
Kıbrıs adasının fethedilmesiyle Osmanlılar, karşılarında feodal sistem nedeniyle halkın köle gibi yaşadığı, tarımsal üretimin yetersiz olduğu ve ticaretin canlandırılmasına ihtiyaç duyan bir ada buldular. Ada’nın sosyal ve ekonomik gelişimi için Anadolu’dan Müslüman Türkler sürgün yoluyla göç ettirildi. Ayrıca feodal yapıya ve angaryaya son verildi.
Osmanlı toplumunun genelinde olduğu gibi, Kıbrıs toplumu da farklı dil, din, millet ve kültüre mensup insanlardan oluşmaktaydı. Kıbrıs’ın dinî ve kültürel yapısını tanımlarsak, Müslümanlar genellikle Türkler, gayrimüslimler ise Ortodoks Rumlar başta olmak üzere, Ermeniler, Maronitler, Yahudiler ve ticaret için adaya gelen Avrupalı tüccarlar olarak Tanımlanabilir. Osmanlı yönetimi altında Kıbrıs’ta bu farklılıkların çatışmaya dönüşmediği söylenebilir. Bu durum, Osmanlı yönetiminin adalet, eşitlik, din ve vicdan özgürlüğü gibi temel değerleri titizlikle uygulamasının bir sonucudur. Kıbrıslı Türkler arasında dönemin koşullarına uygun her türlü sosyal ilişki gelişmiştir. Kıbrıs’ta Müslüman toplumu, kadın ve erkek olarak ele alınmış, Kıbrıslı kadınlar her alanda erkeklerle eşit bir şekilde varlık göstermiştir. Adada insanlar sadece kendi çevreleriyle değil, farklı bölgelerde yaşayan insanlarla da çeşitli şekillerde ilişki kurmuşlardır.
Müslümanlar arasındaki ailevi ilişkilerin başlangıcını evliliklerle kabul edebiliriz. Osmanlı tarihindeki diğer dönemlere benzer şekilde, Kıbrıs’ta farklı din ve cemaatler arasında evlilikler gerçekleşmiştir. Toplumlar arası evliliklerin genelde Müslüman erkekler ile gayrimüslim kadınlar arasında yapıldığı gözlemlenmiştir. Kıbrıs Ortodoks kilisesi bu evliliklere şiddetle karşı çıkmış ve aforoz uygulamıştır.Evlenmenin olumsuz sonuçlarından biri olan boşanma, Kıbrıs adasında da imparatorluğun diğer bölgelerinde olduğu gibi yaygındı. 1726-1750 yılları arasında toplam 278 boşanma kaydı tespit edilmiş ve bunların 262’si Müslümanlar arasında gerçekleşmiştir. Kıbrıs’ta boşanma, Osmanlı topraklarında olduğu gibi, şer‘î hükümlere dayanarak talâk, muhâlaa ve tefrik biçiminde gerçekleşiyordu. Mahkeme kayıtlarından, muhalanın Kıbrıs’ta diğer boşanma şekillerine oranla daha fazla bir tercih olduğunu öğreniyoruz. Boşanmaların sebeplerinin ise çoğunlukla şiddetli geçimsizlik olduğuna dair kayıtlara rastlanmaktadır.
Ailevi ilişkilerin bir diğer boyutu ise çocuklarla ilgilidir. Kıbrıs’ta yaşayan Müslümanlar gibi, gayrimüslimlerin de mahkemeye başvurarak, ebeveynlerden biri vefat eden çocuklara vasi tayin etmek istedikleri görülmekte; ayrıca, kimsesiz çocuklar için de vasi atanması gerekmekteydi. Yakını olmayan kimsesiz çocuklar, kadının uygun gördüğü güvenilir kişilerin vasiliğine bırakılmaktaydı.
Kıbrıs’ta vefat eden kişinin mirası, Lefkoşa şer‘î mahkemesi tarafından görevlendirilen kassamlar aracılığıyla eşi, çocukları ve akrabaları arasında dağıtılmakta; çocuklar arasındaki miras paylaşımında, hem Müslümanlarda hem de gayrimüslimlerde kız çocukların aldıkları pay, erkek çocukların aldıklarının yarısı kadardı. Anlaşmazlık durumlarında ise, Osmanlı’nın diğer bölgelerinde olduğu gibi Kıbrıs’ta da bu meseleler mahkeme tarafından çözülmekteydi.
Ölen ebeveynlerin ardından çocuklarına, boşanan çiftlerin genellikle anneye bırakılan çocuklarına ve kimsesiz çocuklara yönelik üç tür nafaka düzenlenmişti. Kıbrıs’ta yaşayan Müslüman ve gayrimüslim topluluklar bu düzenlemeyi uygulamıştır. Vasi olarak atanan kişiler, kendilerine emanet edilen çocukların, ebeveynlerinden kalan mirasla günlük masraflarını karşılamak için nafaka ve kisve-bahası (giyim-kuşam parası) belirlenmesi amacıyla mahkemeye başvurabilirlerdi. Kadı, mirasın durumuna göre değişen miktarlarda nafaka tayin edebiliyordu. 1726-1750 yılları arasında Kıbrıs’ta ortalama 2.01 para nafaka belirlenmiştir. Bu belgelerde nafaka tutarının belirlenmesinde erkek ve kız çocukları arasında bir ayrım yapılmadığı dikkat çekmektedir.
Kıbrıs’ta Müslümanlar arasında yaşanan birçok ilişki, Kıbrıslı gayrimüslimler arasında da gerçekleşmiştir. Kıbrıs’taki farklı topluluklara mensup insanlara eşit muamele yapan şer‘î mahkeme, gayrimüslimler tarafından kullanıldığı gibi, dışarıdan gelen tüccarlar tarafından da tercih edilmiştir.
İslâm hukukuna göre bir ceza davasında gayrimüslime yemin teklif etmek yasal olmamakla birlikte, XVIII. yüzyılın ilk ve ikinci çeyreklerine ait belgelerde yemin olayları sıkça karşımıza çıkmaktadır. Bazen bir mahalle ya da köyün gayrimüslim halkı, kendilerine zarar veren birini mahkemeye şikayet ederek durumu düzeltebilmekteydiler. Kiliseleri aracılığıyla evlendirilen gayrimüslim çiftler, aralarında sorun çıktığında şer‘î mahkemede boşanmayı tercih ediyorlardı. Bunun önemli sebeplerinden biri, kiliselerin boşanmaya karşı koyarak taraflara ağır şartlar öne sürmeleriydi. Gayrimüslim babalar, kızlarını evlendirirken damatlarına medarıma (drahoma) adıyla bilinen bir miktar para veya eşya vermekteydiler. Bu para ya da eşya, boşanma durumunda ya da kızların vefatı sonrasında geri talep edilmekteydi.
Kıbrıs’ta yaşayan iki cemaat arasında en sık meydana gelen ilişkilerden biri mülk satışında gözlemlenmektedir. Satılan mülkler arasında evler, bahçeler, ağaçlar, su hakları, hayvanlar ve çeşitli eşyalar mevcuttu. Ada’da akarsuların az olması nedeniyle mevcut su kaynakları da kıymetliydi.
Müslümanlarla gayrimüslimler arasında bazı dönemlerde ticari ortaklıklar kurulmuş ve iki toplum Kıbrıs’taki esnaf dallarında birbirleriyle dayanışma içinde üretim yapmışlardır. Gayrimüslimler Müslümanların hizmetinde çalıştıkları gibi, Müslümanlar da Hristiyanların işlerinde yardımcı olabilmekteydi. İki toplum arasındaki bazı uygulamalar farklılık gösterirken, Lefkoşa’daki hamamlara gidilen günlerde de farklılık görülmekteydi. Gayrimüslimlerin Salı ve Cumartesi günleri, Müslümanların ise haftanın geri kalan günlerinde hamamları kullanmalarına izin verilmiştir.
İki toplum arasındaki ilişkilerin en belirgin yönlerinden biri de İslâmiyet’e geçiş, yani ihtidad meselesidir. Osmanlı Devleti, kendi egemenliği altındaki gayrimüslim topluluklara her alanda serbestlik tanıyarak, kendi dinlerinde ibadet etmelerine veya mahkemelerde kendi ayinlerine göre yemin etmelerine imkan sağlamıştır. Hiçbir zaman dinlerini değiştirmeleri ya da İslâmiyet’i kabul etmeleri için baskı yapmamıştır.
Lefkoşa Şeriye Sicilleri üzerindeki araştırma sonucunda, Osmanlı dönemi boyunca toplamda 487 kişinin ihtida kaydı bulunmuştur. Bu sayıya, sicillerde farklı şekillerde geçen 28 (23’ü erkek, 5’i kadın) mühtedi kaydını eklediğimizde, 515 kişinin İslâm dinini kabul ettiği sonucuna ulaşırız. Osmanlı idaresinde İslâm dinini seçen 487 kişinin 223’ü (%45,7) kadın (evli, dul ve bekâr) ile kız çocukları, 264’ü (%54,3) ise erkek ve erkek çocuklardan oluşmaktadır.Osmanlı döneminde Kıbrıs’ta, çeşitli yıllara dair belgelere yansıyan İslâmiyete geçiş oranları dikkate alındığında, 309 yıl süresince 400 kişi, yani 1,19 oranında bir geçiş yaşanmıştır. 1580-1640 yılları arasında ise 56 yılda yaklaşık 20 kişi, yani 0,36 oranında bir geçiş gerçekleşmiştir. 1698-1726 yılları arasında bu rakam 13 kişiyle, yani 0,46 olarak, 1726-1751 döneminde ise 68 kişiyle ve 2,7 oranında artış göstermiştir. 1769-1800 yılları arasında, 31 yıl içinde toplamda 121 kişi İslâm dinini kabul etmiştir, bu da 3,9’luk bir oranı ifade etmektedir. İslâm dinini kabul etmek isteyen gayrimüslimlerin resmi işlemleri Lefkoşa mahkemesinde kadı tarafından yürütülmekteydi. Mahkemede rüştünü ispat eden bir gayrimüslim, Müslüman olması için yeterli sayılmakta; eğer kişi küçük yaşta ise ebeveynlerinden izin alarak ya da ailesi yoksa bir Müslümanın himayesine verilerek İslâm dinine geçebiliyordu. Kıbrıs adasında olduğu gibi Lefkoşa’da da Müslümanlar ve Hristiyanlar samimi ve dostane bir şekilde bir arada yaşamaktaydılar. 18. yüzyılın ikinci çeyreğinde Kıbrıs’ta toplam 38 mahalle tespit edilmiştir ve bu mahallelerin yalnızca 8’inde Rumların kethüdaları bulunmaktadır. Farklı dinlere mensup grupların tamamen ayrı mahallelerde yaşadığı bir durum Lefkoşa’da hiçbir dönem görülmemiştir.
Osmanlı yönetimi boyunca Kıbrıs’ta hayır amaçlı birçok vakıf kurulmuştur. Müslüman kadınların da erkekler gibi vakıf kurduklarına dair belgeler mevcuttur. Gayrimüslim erkek ve kadınlar da ibadet ettikleri manastırlarına destek vermek amacıyla vakıf kurmuştur. Kıbrıs muhassıllarından Ebubekir Paşa ibn-i İbrahim’in kurduğu bir vakıf örnek olarak gösterilebilir. Bu vakıf, Tuzla kazasına su taşımak için günümüzde Bekirpaşa su kemerleri olarak bilinen kemerleri inşa etmek amacıyla kurulmuştur. Ebu Bekir Paşa’nın yanı sıra Lala Mustafa Paşa, Cafer Paşa ve Abdullah Paşa gibi pek çok paşa da Kıbrıs’ın değişik yerlerinde halkın yararına vakıflar kurmuşlardır.
Osmanlı Devleti, Kıbrıs’a imparatorluğun genel eğitim ve öğretim sistemini taşımıştır. Ada’da, gayrimüslimlerin eğitim kurumlarının gelişimi ve işleyişi serbest bırakılmıştır. Eğitimle ilgili her türlü işlemin Ortodoks Kilisesi tarafından yürütülmesine izin verilmiş ve 1864 yılına kadar Osmanlı yönetimi, Kıbrıs’ta kurulan Türk okullarına maddi destek vermemiştir; ancak gayrimüslim okullarına Tanzimat Fermanı ile birlikte yardımda bulunulmuştur. Osmanlı döneminde Kıbrıs’taki Müslümanların eğitim kurumları Sıbyan okulları, Medreseler ve Rüştiyeler şeklindeydi. Kıbrıs’ın ilk Sıbyan okulu, Osmanlıların fethinden hemen sonra Lefkoşa’da açılan Aya Sofya (Selimiye) Sıbyan okuludur. 1571 yılından 1878’deki İngiliz idaresine kadar, Kıbrıs’ın çeşitli yerlerinde toplamda 29 Sıbyan okulu kurulmuştur.
Adanın fethinden sonra hemen medreseler kurulmaya başlanmıştır. Kıbrıs’taki medreseler orta dereceli eğitim veren kurumlardı. Lefkoşa’daki Büyük Medrese, en uzun süre eğitim veren ve ilk açılan medresedir. Osmanlı yönetimi altında Kıbrıs’ta 10 medrese inşa edilmiştir. Modern anlamda eğitim veren rüştiyelerin ilki ise 1860 yılında Lefkoşa’da Aya Sofya Camii yanında açılmıştır. İlk rüştiyeden sonra, Kıbrıs’ın farklı yerlerinde toplam 22 rüştiye açılmıştır. İngiliz idaresine geçildiği 1878 yılında adada 65 Müslüman okuluna karşılık 83 Hristiyan okulu bulunmaktaydı.
Osmanlı Devleti’nde köleler, toplumun en alt katmanını oluşturuyordu. Kıbrıs’ta Osmanlı hâkimiyetinin ilk yıllarından itibaren, erkek ve kadın köle alım ve beslemenin yaygın olduğu kaynaklarda görülmektedir. 16. yüzyıl sonlarında, Kıbrıs limanları, özellikle Mağusa, imparatorluğun en yoğun köle ticaret yollarından birinin üzerindeydi. Afrika, Kafkaslar ve Balkanlardan pek çok erkek ve kadın köle, adaya getiriliyordu.
Osmanlı Devleti’nde köle edinme hakkı Müslümanlara tanınmakla birlikte, bazı dönemlerde Kıbrıs’ta gayrimüslimlerin de köle sahibi olabildiği gözlemlenmiştir. Adadaki kölelerin çoğunluğunu zenci köleler oluşturmakta; onların yanı sıra Rusti (Rus), Acem, Gürcü ve Mısrî gibi farklı milletlere mensup kölelere de belgelerde rastlanmaktadır.
Kıbrıs, tarih boyunca kuraklıklar, salgın hastalıklar, depremler ve haşere istilaları gibi pek çok felakete maruz kalmıştır. Adayı etkileyen salgın hastalıkların başında veba, sıtma ve kolera gelmektedir. Kıbrıs’ı en çok etkileyen salgın hastalık veba olmuştur; XIII. yüzyıl ortalarından XVII. yüzyıl sonlarına kadar oldukça yaygındır. Bu hastalık, nüfusu yarı yarıya azaltacak kadar ciddi boyutlara ulaşmıştır. 1692 yılında yaşanan veba salgınında adadaki insanların 2/3’ü hayatını kaybetmiştir. 1835’teki veba salgınında ise Lefkoşa’da yaşayanların üçte biri ölmüştür. Veba salgınları İstanbul’da ortalama 4 yıl sürerken, Güney Anadolu’da 1,37 yıl ve Kıbrıs’ta 1,5 yıl sürmüştür. Adada bulunan konsolosların baskısıyla bir çeşit karantina önlemi uygulanmaya çalışılmıştır. Vebanın Kıbrıs’a ulaşmasını engellemek amacıyla Mağusa gibi liman kentlerine gelen yabancıların 40 gün boyunca bekletildiği bilinmektedir. Ancak tam anlamıyla bir karantina örgütü Kıbrıs’ta sadece 1840’lı yıllarda kurulabilmiştir.Sıtma, Kıbrıs adasında özellikle yaz ayları ve sonbaharın başlarında yaygın bir şekilde görülmektedir. Yağışların bol olduğu dönemlerde, Kıbrıs’ta sıtmadan kurtulmak neredeyse imkânsız hale gelir. Kaynaklar, sıtmanın XIV. yüzyıl sonlarında adaya, özellikle Mağusa şehrine ulaştığını ifade etmektedir. Adada sıtmanın en çok görüldüğü yerler arasında Mağusa, Tuzla ve Limasol bulunmaktadır. Ayrıca Mesarya bölgesinde de yağışların fazla olduğu dönemlerde sıtma vakalarına rastlanmaktadır. Lefkoşa ve Girne ise coğrafi konumları sayesinde sıtmaya karşı büyük ölçüde korunabilmiştir. Adalılar, sıtmadan kaçmak için ya adayı terk etmiş ya da daha yüksek ve dağlık bölgelere göç etmiştir. 1710 yılında Tuzla’da meydana gelen sıtma salgınında birçok kişi hayatını kaybetmiştir.
Kıbrıs’ta toplumu etkileyen başka bir salgın hastalık da koleradır. Koleranın, veba kadar ölümcül olmasa da zaman zaman ölümlere yol açtığı kaynaklarda yer almaktadır. Seyyahlar, 1832 yılında Tuzla kazasında koleradan ölen kişileri kaydetmişlerdir.
Ada’da kıtlığın birkaç temel nedeni bulunmaktadır. Bunlar arasında yağış azlığı, fare ve çekirge istilaları sayılmaktadır. Kıbrıs, ikliminin değişken olması nedeniyle bazı yıllarda kurak, bazı yıllarda ise yağışlı bir yapıya sahiptir. Bu yüzden belirli dönemlerde adada yağış miktarı oldukça azalabilmektedir. Kıtlık dönemlerinde, devlet halka yiyecek ve tohumluk zahire dağıtmakta ve reayanın vergilerinde indirim yaparak gerekli gıdayı Güney Anadolu ve Suriye’den temin etmektedir.
Kıtlığa yol açan zararlılar arasında çekirgeler öne çıkmaktadır. Çekirgeler, adadaki her türlü yeşil bitkiye, kolakas (gölevez) bitkisi dışında, ciddi zararlar vermektedir. Bazı dönemlerde, çekirge istilaları yıllar boyu devam edebilmektedir. 1839-1844 yılları arasında Kıbrıs’ta beş yılı aşkın süren bir çekirge istilası olmuştur. Çekirgeler güneyden kuzeye doğru hareket ettikleri için Kıbrıs adası bu istilaların geçiş yolları üzerindedir. Kaynaklarda, Kıbrıs’ın çekirgelerle 1351 yılında tanıştığı belirtilmektedir. Başlangıçta, çekirgelerle mücadele dinî yöntemlerle yapılmış, kutsal topraklardan getirilen sular kullanılmıştır. Daha sonraki yıllarda, çekirgeyle mücadelede farklı yöntemler denenmiştir.
Kıbrıs adasında çeşitli yıllarda irili ufaklı pek çok deprem olduğu bilinmektedir. 1734 yılında meydana gelen deprem, Aya Sofya Camii (Selimiye) gibi yapılar için büyük hasara yol açmış ve caminin üçte ikisi yıkılmıştır. Aynı yıl içinde, Mağusa şehrinde meydana gelen deprem, 200 Türk’ün hayatını kaybetmesine ve kentin büyük zarar görmesine neden olmuştur.
Ada’da, sağlıklı bir yaşam için tıbbi çalışmalar yapıldığına dair belgelerde bilgi bulunmaktadır. 1726-1750 yılları arasında Kıbrıs’ta fıtık, mesane (sidik torbası) ve ilgâ-yı cenin (kürtaj) ameliyatlarının yapıldığı kaynaklardan anlaşılmaktadır. Osmanlı döneminde Kıbrıs’ta en çok fıtık ameliyatları gerçekleştirilmiştir. 1709 yılında burada bir fıtık ameliyatı 12 kuruşa yapılırken, Girit adasında 1686 yılında aynı işlem 7 kuruş karşılığında yapılmaktaydı. 1730 yılında ise Kıbrıs’taki fıtık ameliyatının fiyatının 15 zincirli altın olduğu kaynaklarda yer almaktadır.
EKONOMİK HAYAT
Osmanlı Devleti, adaya geldiğinde Adalıların Lâtin kökenli asiller ve şövalyeler dışında çoğunluğunun topraksız ve yoksul olduğu gözlemlenmiştir. Osmanlılar, Venediklilerin Kıbrıs’tan topladığı ağır vergilerin bazılarını kaldırarak diğerlerinde indirim yapmıştır. Adalıların toprak sahibi olabilmesi için toprak sistemini değiştirmiştir.
Kıbrıs’ta ticaret ve sanayi, Osmanlı döneminde gelişim göstermiştir. Osmanlı idarecileri, Lâtin kökenli tüccarların tekelinden çıkarak Adalıların sektörde etkin olabilmelerini sağlamak için yeni düzenlemeler yapmıştır. Lâtinler döneminde önemli bir ticaret limanı olan Mağusa’nın yanına, Osmanlı devrinde Tuzla eklenmiştir. Osmanlı Devleti, konsolosların yalnızca Tuzla’da ikamet etmesine izin vererek burayı Doğu Akdeniz ticaretinde önemli bir ihraç ve transit limanı haline getirmiştir. Liman kentleri ve başkent Lefkoşa, adanın idari merkezi olması dolayısıyla ticari merkez konumuna gelmiştir.
XVIII. yüzyılın ikinci çeyreğinde Kıbrıs, İngiltere, Fransa, Danimarka, Nederlande, Venedik, Sicilyateyn, Analpa, Dubrovnik, Roma ve İsveç gibi devletlerin ticaret yaptığı bir yer haline gelmiştir. Bu ülkelerden İngiliz ve Fransız tüccarlar çoğunluktaydı. Kıbrıs adasından genellikle ihracı yasak olmayan ürünler, daha çok ham madde olarak alınırken, işlenmiş mallar adaya getirilmektedir. Bu ürünler arasında yünlü ve pamuklu dokumalar öne çıkmıştır.
Osmanlı Devleti, ticareti teşvik etmek amacıyla Akdeniz’deki korsanlarla mücadele ederek batılı devletlerin tüccar gemilerine zarar vermelerini engellemeye çalışmıştır. Osmanlı, donanmasını zaman zaman Akdeniz’e gönderirken İstanbul’a mal taşıyan gemilere de koruma sağlamıştır; bu durumda donanmadaki kaptan ve leventlerin tüccarlar için gizlice mal taşıdığı ortaya çıkmıştır. Donanmadaki gemiler, kahve, pirinç ve daha birçok eşya taşımaktaydı.
Ticari faaliyetler çerçevesinde yapılan her türlü alışverişte çeşitli paralar kullanılmıştır. XVIII. yüzyılda Kıbrıs’ta kullanılan paralar arasında zolta, eşrefi altun, zincirli Mısır altunu, zincirli İstanbul müdevver altunu, tuğralı Mısır altunu, Frenk altunu, tuğralı altun, fındık altunu, fulusa, zer-i mahbub, marbaş (Nemçe sikkesi), boz para, beyaz akçe, çürük akçe ve sağ akçe bulunmaktaydı.
Osmanlı toplumunda ortak hedef ve çıkarları olan grupların benzer şekilde örgütlenmelerinin bir örneği olan esnaf teşkilatı, askerler dışındaki bütün şehirli nüfusu kendi bünyesinde toplamıştır. Bu teşkilat, şehrin ekonomik ve ticari hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Kaynaklara göre Osmanlı döneminde Kıbrıs’ta yaklaşık 100 zanaat grubu aktif olarak faaliyet göstermekteydi. Bu gruplar arasında, habbaz, kasap, celeb, debbağ, haffaf, çangar, değirmenci, kazzaz, sarraf, karcı, demirci gibi zanaatlar bulunmaktadır. İncelendiğinde, neredeyse hepsinde Adalı Müslim ve gayrimüslim halkın karışık bir şekilde çalıştıkları görülmekte, bazı esnaf grupları arasında ise bu karışımın olmadığı anlaşılmaktadır.Osmanlı topraklarının geneline olduğu gibi, Kıbrıs’ta da esnaf, kendi zanaatlarının yoğun olarak temsil edildiği çarşılarda faaliyet gösteriyordu. 18. yüzyılda Lefkoşa’da balıkçılar, bakırcılar, iplikçiler, çangalar, debbağlar, demirciler, sarraçlar gibi pek çok esnaf grubu çarşıları süslüyordu. Zaman zaman esnaf dalları arasındaki uyum sayesinde üretim artmış, fiyatlar düşmüş ve Ada’da bolluk dönemi yaşanmıştır. Kıbrıs’ın ihtiyaçları karşılandıktan sonra ise, Batılı ülkelere, ipekli, yünlü ve pamuklu kumaşlar, şarap, ilaç gibi ürünler ihraç edilmiştir.
KIBRIS’TA İNGİLTERE DÖNEMİ (1878-1960)
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sonucunda Osmanlı Devleti’nin mağlup olmasının ardından, Ayestefanos Barış Antlaşması imzalanmıştı. Ancak bu antlaşma ağır şartlar içerdiğinden, İngiltere’nin de içinde bulunduğu diğer devletler, Osmanlı ve Rus Devletlerine nota vererek Berlin Antlaşması’nı imzalatmayı başardılar. Berlin Konferansı’nda, Kıbrıs adasının yönetiminin İngiltere’ye devredilmesi kararlaştırıldı. İngiltere, doğudaki Rus tehdidini gerekçe göstererek Osmanlı’yı askeri üs sağlama konusunda ikna etti. Eğer Rusya, Doğu’da işgal ettiği Kars, Ardahan ve Batum’dan çekilirse, İngiltere’nin de Kıbrıs’ı boşaltacağı taahhüt edildi. Böylece 1878 yılından itibaren Kıbrıs İngiltere’ye kiralanmış ve 1960 yılına kadar sürecek olan İngiliz yönetimi başlamıştır. Bu durum Kıbrıslı Türkler üzerinde derin bir etki yaratmış, birçok Kıbrıslı Türk, Ada’dan ayrılarak Türkiye’ye göç etmiştir.
1914 yılına kadar Ada’nın mülkiyeti Osmanlı’da kalırken, Osmanlı Devleti 5 Kasım 1914’te Birinci Dünya Savaşı’na İngiltere aleyhine girdiğinde, İngiltere Kıbrıs’ı ilhak ettiğini duyurmuştur.
İngiltere, 1915’te kendi yanında savaşa katılması şartıyla Ada’yı Yunanistan’a teklif etmiş, fakat savaşın sonucunu Almanya lehine bekleyen Yunanistan bu teklifi reddetmiştir. Yunan hükümeti, savaşın sonlarına doğru İngiltere’nin yanında savaşa katılmasına rağmen, İngiltere adayı Yunanistan’a verme konusunda kararsız kalmıştır. Bu dönemde, Ada’da Rumların Enosisçi faaliyetlerine karşılık olarak Kıbrıslı Türkler, Ada’nın Türkiye’ye iade edilmesi için mücadele vermekteydiler.
24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nda, TBMM hükümeti Ada’nın İngiltere’ye ait olduğunu kabul etti. Ada’daki Türklere geleceklerini belirleme hakkı tanındı (Hakk-ı Hıyar). Kıbrıslı Türkler, ya Ada’da kalıp Türkiye vatandaşlığından çıkacak ya da Türkiye’ye göç edecekti. Belgeler, Lozan Barış Antlaşması’nda sağlanan göç etme seçeneğinin bazı Kıbrıslı Türkler tarafından kullanıldığını göstermektedir. 1924-1927 yılları arasında, Lozan Antlaşması’na dayanarak yaklaşık 5000 Kıbrıslı Türk Türkiye’ye göç etmiştir. Böylece 1878’de başlayan nüfus dengesindeki bozulma, 1914’te devam etmiş ve Lozan Antlaşması ile birlikte Kıbrıslı Türkler için ciddi bir durum haline gelmiştir.
Lozan Antlaşması’nın ardından, Ada’ya resmi olarak sahip olan İngiltere, 10 Mart 1925 tarihinde Kıbrıs’ın bir ‘taç kolonisi’ olduğunu ilan etti. Taç kolonisi ile birlikte, Ada’da en yüksek yönetim merci olarak Yüksek Komiser atanmıştır. 1925 yılında kurulan taç kolonisi, 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ne kadar devam etmiştir.
1931’de Kıbrıslı Rumlar, İngiliz yönetimine karşı büyük bir isyan girişiminde bulunmuşlardır. Bu isyan, her iki toplumu da baskı altına alarak yaklaşık 10 yıl sürecek bir sıkıyönetim dönemini ortaya çıkarmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan gelişmeler, İngiltere’nin Kıbrıs’taki sıkıyönetimi azaltmasına yol açmıştır. 1931 isyanından beri her türlü siyasi faaliyetin yasaklı olduğu Ada’da, siyasi yumuşama ortamı doğmuştur. İngiliz yönetimi, 1941 yılında yerel yönetimler için seçim yapılmasına karar vererek, siyasi faaliyetlere izin vermiştir. Bu dönemde Kıbrıslı Türkler ve Rumlar arasında çeşitli partiler (KATAK, AKEL vb.) kurulmuştur.
1950’li yıllarda Kıbrıslı Rumlar, Yunanistan’ın desteğiyle Enosis’i gerçekleştirmek için diplomatik girişimlerde bulunmuş, 15 Ocak 1950 tarihinde Rum Ortodoks Kilisesi, Ada’nın Yunanistan tarafından ilhakı için plebisit düzenlemiştir.
Sonuç alamayınca, 1955’de Kıbrıslı Rumlar Yunanistan ile işbirliği yaparak EOKA adlı yeraltı örgütünü kurmuşlardır. Kıbrıs Rum terörist organizasyonu EOKA, şiddet olayları gerçekleştirerek Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı için ENOSİS’i ön plana çıkarmıştır. ENOSİS fikri, Kıbrıs Türkleri tarafından güçlü bir şekilde reddedilmiştir.
EOKA ile mücadele edebilmek amacıyla Kıbrıslı Türkler, 1 Ağustos 1958’de Türkiye’nin desteğiyle Türk Mukavemet Teşkilatı’nı (TMT) kurmuşlardır.
1959 itibarıyla Ada’daki durum Birleşik Krallık için katlanılmaz bir hale gelmiştir. 1959’da Londra ve Zürih Antlaşmaları ile bir uzlaşı sağlanmış ve 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumların ortaklığında iki uluslu bir devlet olarak kurulmuştur. Bu uzlaşı sayesinde Ada, bağımsızlığını kazanırken, Birleşik Krallık da iki askeri egemen üs elde etmiştir.
1960 Cumhuriyeti, iki toplumlu bir Ortaklık Devleti olarak, Ada’nın siyasi eşitliğini sağlayan Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıs Rumları yeni Cumhuriyetin Kurucu Ortakları olarak tanınmıştır. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, esasen işlevsel bir federasyon için tasarlanmıştır. Doğum, ölüm, evlilikler, okullar, futbol kulüpleri, çöp toplama ve belediye vergileri gibi sosyal işlevler, her toplumun yerel idareleri tarafından ayrı ayrı yerine getirilmiştir. Uluslararası alanda 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek hukuki kimliği tanınmış ve BM’ye üye olunmuştur.Ne yazık ki, 1960 Ortaklık Cumhuriyeti yalnızca üç yıl sürdü. Ada’nın Yunanistan’a ilhakını öngören Akritas Planı, BM belgesi (A/33/115) olarak yayımlanmış olmasına rağmen, Rumlar tarafından terk edilmedi. Bu nedenle Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıslı Türkleri eşit ortak statüsünden bir azınlığa düşüren anayasal değişiklikler yapılması konusunda tekliflerde bulundular.
Anayasa ve iki toplumlu konulardaki anlaşmazlık, 1963’te birçok Kıbrıslı Türk sivilin hayatını kaybettiği trajik olaylara yol açtı. Bu süreçte Kıbrıslı Rumlar, silahlı bir şekilde 1960 Ortaklık Cumhuriyeti’ni gasp ederek Kıbrıslı Türkleri devlet organlarından dışladı ve Anayasa’nın temel hükümlerini tek taraflı olarak değiştirdi.
Sonuç olarak Başkent Lefkoşa’da, nüfusun fiziksel ayrımı Yeşil Hat ile belirlendi. Süregelen iki toplumlu çatışma, Mart 1964’de BM’nin Kıbrıs’a Barış Gücü göndermesini zorunlu kıldı. Kıbrıs Rum saldırıları karşısında hayatta kalan Kıbrıslı Türkler, Ada’nın sadece %3’üne tekabül eden küçük yerleşim alanlarına sığınmak zorunda kaldılar.
1963’ten bu yana, Ada’nın tamamını temsil eden merkezi bir idare mevcut değildir. Kıbrıs Rum tarafı “Kıbrıs Hükümeti” olarak kendini tanımlasa da, Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar 1963’ten beri ayrı yönetimler kurmuşlardır. Kıbrıslı Türkler, 1960 Ortaklık Cumhuriyeti’nden dışlandıklarından beri kendilerini yönetmek için çeşitli idari mekanizmalar oluşturmuşlardır. Önce, 27 Aralık 1967’ye kadar faaliyet gösteren Genel Komiteyi kurdular. Ardından, ihtiyati Kıbrıs Türk Yönetimi ismiyle yeni bir idare tesis edildi. 21 Aralık 1971’de ise “ihtiyati” ifadesi kaldırılarak yönetim Kıbrıs Türk Yönetimi olarak adlandırıldı. Bu dönemde Kıbrıslı Türkler için yoksulluk, izolasyon, ulaşım zorlukları, korku ve güvensizlik hakim oldu.
15 Temmuz 1974’te, Yunanistan’daki cunta, Kıbrıslı Rum EOKA unsurlarıyla işbirliği yaparak Ada’da bir darbe gerçekleştirdi. Daha fazla kan dökülme riski üzerine Türkiye, 1960 Garanti Anlaşması’nın 4. maddesine dayanarak askeri müdahalede bulundu. Türkiye’nin müdahalesi, Ada’da daha fazla şiddet ve can kaybını önlemenin yanı sıra, Ada’nın Yunanistan’a ilhakını da engelledi.
Başpiskopos Makarios, 19 Temmuz 1974’de Güvenlik Konseyi’ne yaptığı konuşmada, darbenin Yunan askeri rejimi tarafından organize edildiğini ve uygulanmasının Yunan subayları tarafından yürütüldüğünü kaydederek, 15 Temmuz 1974’teki olayın bir devrim olmadığını, “Cumhuriyetin bağımsızlığını ve egemenliğini ihlal eden bir istila” olarak tanımladı.
2 Ağustos 1975’te Viyana’da yapılan toplumlararası görüşmelerde kabul edilen Nüfus Mübadelesi Anlaşması ile BM yardımıyla güneydeki Kıbrıslı Türkler kuzeye, kuzeydeki Kıbrıslı Rumlar ise güneye transfer edildi.
Türkiye’nin müdahalesi, Yeşil Hat’ın genişlemesiyle birlikte Ada’nın iki kesimliliğini sağlamış, Nüfus Mübadelesi Anlaşması ile de nüfusların bölgesel olarak gruplaşmasını sağlamıştır. 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurulmuştur.